İngilizce sözlük ve kalemler

İngilizce’nin Önemi ve Türkçe’nin Korunması Üzerine Bir Değerlendirme

by admin

İngilizce uzun yıllardır gündemimizde ve önemi tedricen artarak devam ediyor; artık İngilizce’nin ehemmiyeti ve gerekliliği neredeyse tartışılmaz bile oldu denebilir. En azından toplumdaki konumuna veya statüsüne göre, belli bir İngilizce yeterlik düzeyinde bulunmanın hemen her yetişkin çalışandan beklendiği düşünülebilir. Birçok sektörde, kurumda ve meslekte İngilizce artık olmazsa olmazlar arasında. İngilizce bir dünya dili olduğuna, iyice yayıldığına ve yerleştiğine göre bu konumunun tartışılması gereksiz. Neticede İngilizce’ye hakim olmanın bizlere avantaj ve fayda sağlayacağı açık. Abesle iştigal etmenin anlamı yok. Yalnız burada kısaca değinmek istediğim şey, bütün bunların Türkçe’nin heba edilmesi ve bir kenara atılması pahasına olmaması gerektiğini düşünmem. Bence eğitim ve öğretim olgusu bir bütün ve buna genel yaklaşımımız İngilizce durumumuzu da haliyle etkiliyor. Burada hemen yeri gelmişken enteresan olan bir noktayı belirtmeden geçemeyeceğim, bizde ana dilimiz Türkçe ile dahi kimi zaman iletişim ve anlaşma sorunları yaşanması. Hiç kuşkusuz bunun farkındayım ve herhangi bir yanlış anlamaya mahal vermeyecek, en açık ve net şekilde yazma gayreti içinde olacağım. Bizde maalesef kafa karışıklıklarına ve kavram karmaşasına, elmalarla armutların bir tutulmasına da sıkça rastlanıyor; burada temel amacım bunu bir nebze de olsa bertaraf etmek ve berraklık sağlamak.

İlerlemeden önce gene kısaca kendime değinmem gerekirse, İngilizce’yi, genel olarak öğrenmeyi seven bir İngilizce öğrencisi ve öğretmeniyim. Yıllardır öğrenmeye ve öğretmeye çalışıyorum; bunları severek ve arzu ederek yapıyorum ki zaten bence meselenin düğüm noktası da burası: sevmek ve arzu etmek. Zoraki yapılan işler vaziyeti kurtarsa da tatmin veya memnun edici sonuçlar getirmiyor, öncelikle bunun anlaşılması lazım. Eğitim için sevgi ve ilgi şart 🙂

Lafı uzatmadan, özetle bu konu etrafında durmaya çalışacağım. Soru – cevap / cümle – yorum tarzında ilerlemeyi tasarladım; çünkü kafamızda doğal olarak birçok soru oluşuyor (şehir efsaneleri ve mitlere de bolca rastlanıyor bu arada !) ve hepimiz bunlara tatmin edici cevaplar arıyoruz. Elbette aynı zamanda doğru sorular da sormak gerekiyor ve elimden geldiğince bunu da yapmaya çalışacağım. Böylelikle takibi ve anlaşılması kolay, aydınlatıcı bir belge oluşturabilmeyi umuyorum. Belgedeki “dil“ kelimesi “İngilizce“ olarak okunabilir; zira en rağbet gören ve konumuz olan dil o.

1. “İngilizce öğrenmenin ideal yaşı nedir?“

En çok duyduğumuz sorulardan. Çocukların ve genç insanların genel olarak yetişkinlere nazaran daha kolay ve hızlı öğrendikleri artık herkesin bildiği bir şey. Biz de tekrar altını çizmiş olalım bu vesile ile. Öte yandan genel olarak yetişkinlerin İngilizce öğrenmesinin daha uzun, zahmetli ve “sancılı“ olabileceği düşünülebilir; ancak bunu “yetişkinler öğrenemez veya çok zor öğrenir!“ olarak da okumamak gerekiyor. İstekli, ilgili ve arzulu olan yetişkin bireyler de İngilizce’yi pekâlâ öğrenebilirler. Özetle illa ideal bir yaş aranıyorsa buna erken yaşlar denebilir; ama erkenden öğrenemediyseniz kendiniz için bunu sormanın bir manası kalmıyor. Netice itibarı ile yaş konusuna çok fazla takılmanın pratikte bir getirisi yok. Erken yaşlarda başlamamış olanlar ileriki yaşlarında bunu yapmak durumunda kalacaklardır.

2. “İngilizce hızlı / çabuk bir şekilde öğrenilebilir mi?“

Kelimelerin en çarpıcı özelliklerinden biri de aslında biraz yetersiz, belirsiz ve muğlak oluşları. Herhangi bir aracın hızını kolayca ölçebilirsiniz; bir bilgisayarın, arabanın, geminin, uçağın, asansörün, vs. Ancak, dil öğrenme bağlamında bu iş biraz çetrefilleşiyor. Kesin bir süre vermek imkansız; bu öğrencinin nereden başladığına, neleri nasıl yaptığına ve neleri hedeflediğine bağlı ağırlıklı olarak. Yanlış anlamalara ve yorumlara en açık konulardan birisi olduğu için özetle bu kadarını söylemekle yetinelim. Gene yukarıda “yaş“ konusunda olduğu gibi “hız“ konusuna da fazla takılmamak gerektiği söylenebilir; neticede acelemiz yoksa ve kısa sürede bu işi halledince göğsümüze madalya takılmayacağına göre (!) bu sorunun da hafiflediğini görebiliriz. Ha burada maliyet bakımından bu soru kafada oluşuyorsa o zaman önceliklerimizi gözden geçirmemiz lazımdır. Özetle, İngilizce bağlamında bir süre zarfında belli bir yerden belli bir yere gelebilmek söz konusu olabilir; ancak o bir sürenin bağlı olduğu birçok amil vardır denebilir.

3. “İngilizce öğretiminde başarısızız.“

Bu bir klişe / mit 🙂 Hem de en sıkça duyulanlardan. Yani bir kere konuya böyle kestirip atmalarla ve genellemelerle yaklaşmamak gerekiyor. Türkiye’deki okul ve öğrenci sayısını düşününce, hele bunlara bir de özel dersleri ve etüt merkezlerini, değişik şekillerde ve yollardan İngilizce öğrenmeye uğraşan herkesi eklersek milyonlarca insandan söz ediyor oluruz ki bunların hepsi için konuşmak olsa olsa boş ve afaki konuşmak olur. Bizde genel olarak eğitim sisteminde bazı hataların, yanlışların yapıldığı, kimi aksamaların, yetersizliklerin olduğu aşikâr, bunları inkâr etmek elbette anlamsız; ancak bunlardan yola çıkarak genellemeler yapmak ve tüm sistemi öğrenciler ile birlikte çöpe atmak da haksızlık, bilinçsizlik olur. Söz konusu devlet okulları ise buralarda İngilizce okuyup başarılı olmuş birçok insan yok mudur? Burada doğru yaklaşım ve en başta yapılması gereken “öğrenme“ nin “öğretme“ ye olan üstünlüğünü kabul etmek; yani öğrenmenin daha önemli, baskın ve güçlü oluşunun farkına varmak. İngilizce öğretmede başarısız olduğumuzu düşünüyorsak buradaki yaklaşımımız öğretmeyi öğrenmeden üstün tutan ve okulu ön plana, başat konuma çıkaran bir yaklaşım oluyor. Oysa okulların ve eğitim sisteminin tek sorumlu olması ve temel işlevlerinin bilgi pompalama / yükleme şeklinde algılanması bence temel bir yanılgı. Eğitim sisteminden genel olarak beklenen öğrenciyi öğrenmeye sevk etmesi ve öğrenmenin gerçekleşmesini sağlamak olmalıdır ve bu bağlamda öğrenci de en az okul ya da öğreticileri kadar kendi öğrenmesinden sorumludur diye düşünüyorum.